Eğitim Bilimciler eğitimi, "bireylerde istendik yönde davranış değişikliği oluşturma süreci" olarak tanımlar. Bu tanımdan anladığım; büyüklerine saygılı, küçüklerini seven, kendi kişiliğini oluşturmuş, hedefleri olan, bu hedeflere giden yöntemi bilen, sosyalleşmiş, ulusal ve evrensel değerlere sahip, yasalara uyan, barışçıl ve insancıl kişilikler yetiştirmektir.
Dünyada ve Türkiye'de temel eğitim olanaklarından yararlanan her bireyden beklenen, yukarıda sayılan özelliklere sahip olmalarıdır. Ancak gerek gazetelerden gerekse televizyonlardan yansıyanlar tam tersini söylemekte, yani olumlu özellikler yüklenmesi gereken bireyler, şiddete eğilimli görünmektedir.
Şiddeti o kadar kanıksadık ki, her gün televizyon ekranlarında izlediğimiz, gazetelerde okuduğumuz, duyduğumuz, yaşadığımız; yaralama, vurma haberleri olağan geliyor artık hepimize. İşte asıl sorun da burada. Yürekleri burkan bu 'olağan dışılığın' toplumda 'olağanmış' gibi algılanıyor olması. Sorunun kaynağı nedir ve çözümü var mıdır? Elbette, ortada bir sorun varsa, çözümü de mümkündür. Sorunun ana kaynağı, eğitimin temel işlevini yerine getirememesi ve kuramla uygulamanın örtüşmemesidir. Ama elbette ki başkaca nedenleri de vardır.
Daha ilkokul çağından itibaren, çocukları yarış atı gibi gören bir anlayışın gittikçe ağırlık kazanması, okul içi sosyal, kültürel, sanatsal ve sportif etkinliklerin yetersizliği, okul dışı alanların öğrencilere daha da çekici gelmesi ve aile eğitiminin yetersizliği, başkaca nedenler olarak sayılabilir.
Çoğu öğrenci okuluna gönülsüz geliyor. Onun yerine bir internet kafede bilgisayar oyunu oynamayı daha çekici buluyor. Çünkü hiçbiri, oynadığı oyundan dolayı sınava sokulmuyor, beynini yoracak bilgiler aktarılmıyor. O, oyun dünyasında, her şey onun kontrolünde, kimse emir vermiyor, kızmıyor, ders çalış demiyor!
Bir başka etken, yukarıda da belirttiğim gibi ailede başlayan eğitimin yetersiz oluşudur. Bu durumun bilinen nedeni ise, okula devam eden öğrencilerin büyük çoğunluğunun ana-babalarının eğitim konusundaki bilinçsizliğidir. Bilinçli olanların çocukları da okul, dershane, özel kurs arasında sıkışıp kalmaktadır. Niçin? Daha iyi okullara yerleşebilmeleri için! Çocuklar, çocukluklarını yaşayamıyor, anne- babalarıyla yeterince konuşup, dertleşmiyor, akranlarıyla hep yarış içinde birbirini sollamaya çalışıyor, giderek de bencilleşiyor ve umutsuzlar kervanına katılıyor!
"Geleceğimiz, umudumuz gençlerdir" diyerek, bu söylemi her fırsatta dillendiren biz yetişkinlere de önemli görev ve sorumluluklar düşmektedir. Öncelikli olarak onları ciddiye almalıyız; yeteneklerini keşfedip, o alanlara yönlendirmeliyiz; onların üzerinden hırslarımızı, beklenti ve özlemlerimizi gerçekleştirme bencilliğine düşmemeliyiz. Beklentilerine kulak vermeli, çocukluklarını yaşamalarına olanak ve ortam hazırlamalı, ama en önemlisi, onları can kulağıyla dinlemeliyiz.
YORUM YAPIN
Hüküm & Koşullar
Rapor